GÜZİDE
Bir Servetifünun Tercümanı

BİRAZ DAHA HAKİKAT


                …Sabah gazetesinde Dekadanlar makalesi yayımlanıncaya kadar orta yerde “Dekadanlık” sözü yoktu. “Dekadanlık” sözü olmadığı gibi kimse çıkıp da kendi namına asaleten, arkadaşları namına vekaleten: “Biz şöyle bir edebiyat okulu kurduk, bundan sonra şöyle yazacağız, edebiyatı şu yolda ilerleteceğiz vs.” gibi bir iddiada bulunmamıştı.

                      
Böyle bir iddia, böyle bir meslek varsa gösterilsin. Halbuki edebiyatımızda böyle bir meslek var zannettiren şey, işte o Dekadanlar makalesidir. Fakat dikkat edelim. Bu mesleğin nasıl icat olduğunu iyice anlayalım. Dekadanlar makalesini yazan zat: “Bizde bir takım genç edipler var; bunlar lisanı berbat ediyorlar, yazdıklarından bir şey anlaşılmıyor, bunlara “Dekadan” denir çünkü Fransa’da böyle bir edebiyat okulunun taraftarları vardır ki yazdıkları anlaşılmaz ve onlara “Dekadan” derler; işte bizde yeni peyda olan bu edipler de “Dekadan”dır, meslekleri Dekadanlıktır.” Diyordu. Yani bize “Dekadanlık” mesleğinin mevcudiyeti bir isnat suretiyle meydana çıkmış oluyordu.

                Acaba kendilerine böyle bir “Dekadanlık” isnat edilen zatlar bunu kabul ve tasdik ettiler mi ? Burasını arayalım.

                Farz edelim ki böyle bir meslek vardı da her nedense onun taraftarları edebi hareketlerinin yolunu ilan etmemişlerdi yahut ilana vakit bulamamışlardı. Şimdi kendilerine bir isnat vuku bulunca ne yapmaları lazım gelirdi? Gerçekte böyle bir meslekleri varsa “evet” demeleri aklen zaruri değil miydi? Halbuki bunlar arasında kıymetli Ahmet Mithat Efendi Hazretleri’nin sözlerini tasdik eden olmadı. Bilakis Süleyman Nesip Bey tarafından bu isnat reddedildi. Demek ki “Dekadan” denilen zatlar bunu kabul etmediler. Niçin? Acaba “Dekadan” idiler de gizlediler mi? Yoksa “Dekadan” olmadıkları için kabule gerek mi görmediler?

                      
Eğer hakikaten bu meslekte iseler gizlenmeye ne mecburiyetleri vardı? Bu mecburiyet olsa olsa kendi mesleklerinin fena olmasını bilmekten, bunu söylemekten utanmaktan ileri gelebilir. Şu ihtimale göre: “Bizde ‘Dekadanlık’ vardı ve ‘Dekadanlar’ bunun fena bir şey olduğunu biliyorlardı.” hükmünü vermek gerekir. Dünyada aklı başında olan bir adam var mıdır ki bir şeyin fena olduğunu bile bile o yola girer mi? İyisini seçer. Bunu bir çocuk bile teslim eder ki bir yazar fena olduğunu bildiği bir edebiyat okuluna göre eserler yazarak onu Türkçeye uygulamak için kendini zorlamaz. Demek oluyor ki bizde Dekadanlar makalesinin haber verdiği “Dekadanlık” gerçekte mevcut olsaydı bile “Dekadanlar” ın bu mesleğin fenalığından haberleri olmadığını aklen, mantıken teslime mecburuz.

                Bir yazarın iyi ve hakikat zannettiği mesleğine itiraz gerçekleşse o zat ne yapar? Cevap verir: “Mesleğine itiraz etmişler ama bu itiraz şu ve şu noktalardan sakattır.” der, kısacası aklı erdiği kadar mesleğini müdafaa eder. Hâlbuki kıymetli Ahmet Mithat Efendi Hazretleri’nin “Dekadanlar” isnadına bu yolda karşılıkta bulunan oldu mu? “Dekadanlık iyidir, Mithat Efendi şu noktalarda yanılmıştır.” gibi cevaplar veren bulundu mu? Hayır. Bilakis, hiç kimse “Dekadanlık”ı üzerine almadı, reddetti. Bu ispat ediyor ki var sanılan “Dekadanlık” bizde yoktu.

                 …Artık şu manasız “Dekadan” sözünü bırakalım da daha uygun bir tabir ile Servetifünun Edebiyatından bahsedelim. Çünkü bu yanlış “Dekadan” sözüyle Servet-i Fünun’a yazı yazanlar ve yazdıkları şeyler kast olunuyordu.

                Servetifünun Edebiyatına ne kusurlar bulunuyordu?

                İlk itiraz bu eserlerin anlaşılmaması idi. Dikkat olununca bu “anlaşılmamak” tabirinin iki mevkide kullanıldığı görülüyordu. Ya bir mana çıkaramamak ya bir zevk alınamamak kast olunuyordu.

                Evet, bu itirazın iki yönü de haklıdır. Servetifünun Edebiyatını anlamayan ve ondan bir zevk almayan vardır. Fakat bu öyle bir mesele ki aksi de sabittir. Anlayan ve zevk alan da vardır.

                Kıymetli Ahmet Mithat Efendi Hazretleri’nin bir doğru sözü daha görüldü. O da şu anlamda idi: “Ben popüler bir yazarım. En birinci övünme sebebim budur. Sanatkârlık isteyenler Üstad Ekrem ve Halit Ziya Beyefendiler Hazretleri’ne müracaat etsinler.”

                İşte bu cümle Servetifünun Edebiyatına söylene ilk itirazı izaha kâfidir. Servetifünun Edebiyatı halk tabakasına mahsus değildi. Oraya yazı yazan yazarlar aczleriyle beraber yüksek bir amele yönelmişlerdi: Sanat için çalışıyorlar, sanatkâr olmak istiyorlardı, tabiatıyla popüler olamıyorlardı. Kıymetli Ahmet Mithat Efendi Hazretleri’nce tabii, şüphesizdir ki zamanımızın her türlü maddi ve manevi çalışmasında iş bölümü şiddetle geçerlidir. Bu iş bölümü işte bizde edebiyatta kendisini gösteriyordu. Bundan dolayı ilerleme merdiveninin aşağı helezonlarında bulunan bir sınıf okuyucu Servetifünun Edebiyatından zevk almıyorlardı. Ve bundan da mazurdular.

                     Şu ifadeden, popüler yazarları küçümsemekte olduğumu hiçbir vakit delil saymamalıdır. Bilakis onları takdire ve hürmete değer addederim, hele bizim böyle popüler yazarlara her milletten ziyade ihtiyacımız vardır. Fakat burada insaf edip her yazara:’Sen mutlaka hem sanatkâr hem şöyle böyle olacaksın.’ dememeliyiz. Herkesi kendi yeteneği dairesinde memlekete hizmet etmekte serbest bırakmalıyız.

                 …İşte her meselede asıl seçilmesi lazım gelen görüşün meçhullüğü bizi tabiatıyla yanlış düşüncelere sevk eder. Nitekim ‘anlaşılmamak’ isnadıyla Sevetifünun Edebiyatı’na karşı böyle yanlış fikirlerin ileri sürülmesi görüşün iyi seçilememesinden ileri gelmiştir. Gerçi iş şimdi anlaşıldı ama işte görülüyor ki ne kadar zahmetten ne kadar zamandan sonra.

                Servetifünun Edebiyatına söylenen ikinci itiraz, bunların Batı eserleri taklidi olmalarından ibaretti.’Taklit’ kelimesinin türlü türlü yoruma müsait olması, bu itirazın da sona ermesini biraz geciktirdi. Alfred de Musset(Alfred Dö Muse) meşhur bir beytinde dediği gibi lahana dikmek bile birisini taklit etmek demektir. Taklit dünyada umumidir… Eğer ’Avrupa’yı taklit’ tabiriyle genel olarak roman yazmak, sone yazmak, tiyatro yazmak kast olunursa Servetifünun Edebiyatına karşı edilen bu itiraz haklı olur, lakin ehemmiyetli olmaz. Nasıl ki yapılan itiraz da bu yöne çevrilmiş değildi; taklitten asıl anlaşılan mana kast olunuyor ve taklidin fen olduğu iddia ediliyor.

                Taklidin fenalığını teslimde hiç anlaşmazlık görünmüyordu. Bugünkü ediplere karşı taklidin fenalığından bahsetmek hatta bir parça garipti bile. Onlar okudukları estetik kitaplarında bunu pek çok zaman evvel öğrenmişler, anlamışlardı. Böyle olmakla beraber yeni ediplerin eserleri taklit mahsulüdür iddiası yine ortaya sürülüyordu. Fakat bu öyle bir iddia idi ki hiçbir delile dayanamamıştı. İşte bir taraftan yeni ediplerin taklit aleyhinde bulundukları gerçeği, diğer taraftan yeni edebiyat eserlerinin hep taklit edilmiş parçalardan ibaret olduğunun gösterilememesi bu itirazın da hükmünü yavaş yavaş düşürdü…

                Servetifünun Edebiyatına karşı söylenen üçüncü itiraz garip oldukları iddia edilen bazı isim ve sıfat tamlamalarından doğuyordu. Üsluba dair birkaç önemsiz sohbet yazısında bu garip zannolunan isim ve sıfat tamlamalarının hep maksadı hakkıyla güzel ifade için yalnız bu arzu için aranıp bulunmuş olduklarını göstererek bu isim ve sıfat tamlamalarının garipliğine, fenalığına hükmolunmak istenilirse o bakımdan tetkik lazım geleceğini arz etmiştim… Zaten itiraza uğrayan tamlamalar nihayet on, on beş taneyi geçmez. Bu itirazların haklı olduğunu teslim etsek bile on, on beş tamlama için bütün bir edebiyat mahkûm edilebilir mi? Koca bir romanda mesela dört tamlama görüp de garipliğine hükmederek bütün romanı beğenmemezlik etmek edebiyat bahislerinde dehşetli bir dar görüşe sahip olmak demektir…

                Bugünkü edebiyat aleyhindeki itirazların en mühimleri bunlardan ibaretti. Fakat işte görülüyor ki bunlar yalmış bir bakış açısıyla, iki tarafın maksadı iyi anlaşılmayarak aşırılık vadilerine dökülmüş tartışmalardan ibaretti. Maksat biraz anlaşılır gibi olunca tabii tartışmalardaki şiddet kalmadı, anlaşmazlık da azaldı.

                …Bugün genç Osmanlı aydınları yalnız bir edebiyat okulu takip edebilir: Avrupa’nın bilim ve fen ilerlemeleri ile zihinlerini aydınlattıktan, edebiyatını gördükten, anladıktan sonra bizde de ciddi, samimi bir edebiyat kurmak ve bu yolda zaten başlamış olan edebiyatımızı devam ettirmek.

                …Şimdi,’Üç sene zarfındaki edebi ilerlemelerimiz dekadanlık sayesinde mi ortaya çıkmıştır?’ sorusuna açıktan açığa:

                —Evet, cevabını veririz. Çünkü dekadanlık diye o vakit alay edilmek istenilen şey işte bu edebi ilerlemeler idi. Edebiyatımda görülmeye başlayan ilerlemenin adına dekadanlık denilmiştir.

                “dekadanlık ortaya çıkmasaydı bu ilerleme ortaya çıkmayacak mıydı?” tarzındaki ikinci soruya yine doğrudan doğruya:

                —Hayır, deriz. Çünkü ilerleme ile dekadanlık bu bahiste eş anlamlıdır. Edebiyatımızda bu ilerleme başlamasaydı dekadanlar makalesi ve buna bağlı olarak dekadanlık ortaya çıkmayacaktı.

                …Zannederim ki şu açıklamalar edebiyatımızda henüz askıda duran bazı meseleleri artık yok etmiştir.   

 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol