GÜZİDE
Bir Servetifünun Tercümanı

DEVRİN SİYASİ DURUMU

 


              Edebiyat-ı Cedide, 1896-1901 yılları arasında Servet-i Fünun dergisi etrafında toplanan yenilik yolundaki sanatçıların oluşturdukları bir edebi hareketin adıdır. Aslında bu hareketin başlangıç devresi, Tanzimat’ın ikinci dönemine rastlar. Özellikle Recaizade Mahmut Ekrem’in bu topluluğun oluşmasında büyük bir payı vardır. Kafiye konusundaki tartışma, eski ve yeni edebiyat yanlılarını kesin çizgiler ile birbirlerinden ayırmış, yenilikçi olanların öncülüğünü Recaizade Mahmut Ekrem üstlenmiştir. Nitekim Tevfik Fikret’i Servet-i Fünun dergisinin başına getirişi ve gençleri bu dergi etrafına toplayışı da hayli önemli bir hadisedir.

                XIX. yüzyıl, Avrupa’nın Osmanlı İmparatorluğu’nu siyasal ve ekonomik yönden kıskaca aldığı bir yüzyıldır. Azınlıklar, İmparatorluk içinde bağımsızlık hareketini başlatmışlardı. Başarısız savaşlar sonucu yapılan Bükreş Antlaşması ile Sırplar (1812), Edirne Antlaşması ile Yunanlılar(1829), Bulgarlar(1878) ve Romenler(1881), ardı ardına bağımsızlıklarını elde etmişlerdi. İmparatorluk “Hasta Adam” yakıştırmasıyla küçük düşürülmüş; siyasal çöküntünün yanı sıra ekonomik krizler de yaşamış ve dışa bağımlı hale gelmiştir. Alacaklı ülkeler, 21 Aralık 1881’de yayınladıkları bir fermanla alacaklarını devletin memurlarıyla tahsil edecek bir denetim oluşturduklarını duyurmuşlardır. Duyun-u Umumiye diye bilinen bu kurum, devletin bir kısım vergi gelirlerine el koymuştur. Bu durum, Osmanlı ekonomisini çöküş halinde ve dışa bağımlı olduğunu gösteren acı gerçeklerdir.

                1877’de, “93 Harbi” başlamış, savaş bizim açımızdan ağır bir mağlubiyetle sonuçlanmıştır. Plevne düşmüş, Şıpka direnmiş, Kars elden çıkmış, Ruslar Erzurum’a kadar sokulmuşlardır.

                1876’dan sonra yönetimi elinde bulunduran II.Abdülhamit, Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra, 13 Şubat 1878’de “Meclis- Mebusan”ı kapatmış ve ülkede sıkı bir baskı rejimi kurmuştur. Bu durum aydın kesimin Avrupa’ya kaçmasına yol açmıştır.

                Ayastefanos Antlaşması, Bulgaristan’ın kuruluşunu gerçekleştirmiş, bir kısım ülke toprağı Romanya’ya, Sırbistan’a ve Karadağ’a bırakılmıştır. Kars, Ardahan, Doğubayazıt ile Batum Rusya’nın eline geçmiştir. Berlin Antlaşması (13 Temmuz 1878) İmparatorluğu yüklü bir ödemeye mecbur bırakmıştır. Bosna-Hersek Avusturya’ya verilmiş, Rumeli’deki topraklar parçalanmış, Osmanlı İmparatorluğu iyice küçülmüştür. Tunus, Fransızların eline geçmiş (1881), İngilizler İskenderiye’ye çıkmışlardır (1882). Daha önce 1878’de Kıbrıs İngiltere’ye bırakılmıştır. Osmanlı-Yunan Savaşı (1897)’ndan sonra Teselya da Yunanistan’ın olmuştur.

              Ülke, böylesine bir çıkmaza girmişken, 1896-1907 yıllarında kurulan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti, Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti gibi kuruluşlar, Abdülhamit’i düşürmeyi ve yönetimi ele geçirmeyi amaçlamışlardır. Bu durum, II.Abdülhamit’i baskıcı bir tavır almaya zorlamıştır. Abdülhamit döneminde dışta Rus yenilgisi, içte ise Abdülaziz ile Sultan Murat’ın tahttan indirilmesi olayı ve bunun oluşturduğu korku havası egemendi. Ruslar Ayestafanos (Yeşiköy)’a dayanmış ve İstanbul’u ele geçirecek duruma gelmişti; ancak batılı ülkelerin Berlin Antlaşması ile sağlamış oldukları destek sayesinde bu tehlike atlatılmıştı.                                                                      
               Abdülaziz ile Sultan Murat’ın tahttan indirilmesi hadisesi, Abdülhamit’i de huzursuz etmiştir. Otuz yıllık saltanat içte ve dışta bu korkuyu yaşayarak sürmüştü. Dışa karşı temkinli, içe karşı da otoriter davranmak kaçınılmaz olmuştu. Abdülhamit’in Rusya’dan çekinmesi, Yunan Savaşı’nı kazanmamıza rağmen, Girit’in elden çıkmasına neden olmuştu. Fransız donanması, Midilli Adası’nı kuşatmış ve istediklerini rahatlıkla yapabilme imkânı bulmuştu.

                İçteki tahttan indirilme olayından çekinen Abdülhamit, aynı sonu yaşamamak için, Hafiye Şebekesi kurmuş en küçük toplantıları bile kontrol altına almış, jurnalciliği meşru kılmıştır. Her şey sansür altındadır. Her yanı hafiye sarmıştır. Böyle bir ortamda dönemin sanatçıları sancılıdır. Sağlıklı edebiyat ürünleri beklemek mümkün değildir. Çünkü Abdülhamit’in baskı ve sansürü 1896 yılına kadar daha da artmıştır. O’ndan söz etmek jurnale sebep olabilir kaygısıyla sanatçılar her yazdıklarına özen göstermek ihtiyacını duymuşlardı.

                 Mesela, Hüseyin Cahit Yalçın bir çevirisinde “burun” sözcüğünü kullanmaktan korkuyor bunun yerine, “karaların denize doğru sivrilmesi” ifadesini kullanmak zorunda kalıyor. Çünkü “burun” der ise, Abdülhamit’in burnu büyük olduğundan, O’nu kast etmiş sayılabilirdi. Böylesine ince elenip sık dokunan dönemde sanatçılar, İstanbul’un dışına çıkabilme imkânı bulamamışlardı. O nedenle eserlerinde büyük ölçüde İstanbul bulunmaktadır. İyi bir öğrenim görmüş olan dönemin sanatçıları, yabancı dil bilen ve belli bir seviyede estetik olgunluğa erişmiş kimselerdir. Ne var ki istibdat yönetimi karşısında sinmişler ve siyasal varlık gösterememişlerdir. Bu sebeple toplumsal konulara yönelememişler kişisel duygulanmalarda, hayali konularda derinleşmişlerdir.

                  Kısaca, bu devrede İmparatorluk yıkılma, dağılma ve çökme tehlikelerini yaşamıştır. Ülkenin geleceği belirsiz, devletin yaşama düzeni bozuktur. Serbestlik havası yoktur. Sanatçı, ülke sorunlarından uzak, ferdi dünyasını yaşamak durumunda kalmıştır.

 

 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol